Sadık Ahmet filmiyle ilgili gelişmeler bana Ayla filmi konusundaki deneyimlerimi hatırlattı
TRT’nin ortak yapımcısı olduğu “Sadık Ahmet” filmi baştan 29 Aralık 2023 tarihinde gösterime girecekti. Ancak filmin gösterimi bilinmeyen gerekçelerle, yapılan masraflı tanıtım kampanyalarına rağmen Şubat ayı başına ertlendi. 2 Şubat’ta Atatürk Kültür Merkezi’nde galası gerçekleştirilen film bu kez 9 Şubat’ta gösterimden kaldırıldı.
TRT’yle beraber filmin iki ortak yapımcısından biri olan MCG adlı şirket, filmin Oscar adaylığı için formalite gereği geri çekildiğini, Oscar başvurusu gerçekleştirildikten sonra filmin hem Türkiye’de hem yurtdışında uzun bir vizyon sürecine yeniden gireceğini açıkladı. MCG’nin açıklamasına göre filmin ulusal Oscar adayı olabilmesi için çok sayıda bağımsız ve resmi kurum temsilcisinin üye olduğu bir seçici kuruldan destek alması gerekiyor.
Bir haftalık gösterimi sırasında ancak vasat değerlendirme notları alabilen filmin, aralarında Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği, Film Yönetmenleri Derneği, Senaryo Yazarları Derneği, Sinema Emekçileri Derneği, Sinema Yazarları Derneği, Sinema Oyuncuları Derneği gibi farklı derneklerin desteğini alıp alamayacağını, daha sonra da Oscar Komitesi tarafından kabul edilip edilmeyeceğini bilmiyoruz. Malum, yukarıdan verilen emir her zaman demiri kesmiyor. Nitekim Sadık Ahmet filminin yapımcısı Mustafa Uslu’nun diğer bir filmi “Ayla” da, çok iddialı olmasına rağmen Oscar adaylığına yükselememişti.
“Naim”, “Müslüm” gibi gişe filmlerinin de yapımcısı olan reklamcı Mustafa Uslu lobi faaliyetleri için büyük bütçeler gerektiren Oscar’ı kendine hedef olarak seçiyor. Uslu muhtemelen filmlerinin yanı sıra Saray’la olan yakın ilişkilerine güveniyor. Ayla filmi Tanıtma Fonu kaynaklarından desteklenmişti. Ayla filmine bildiğim kadarıyla ayrıca Ziraat Bankası ve THY de cömert sponsor katkısı sağlamıştı.
Ayla’nın gala gösterimi benim büyükelçiliğim döneminde Seul’de yapıldı. Ancak film o yıl Güney Kore’de gösterime giremedi. Çünkü şahsi gayret gösterip filmin CGV sinemalarının sanat filmleri salonlarında gösterimini sağlamama rağmen, yapımcı bu olanağı beğenmedi, teklifi reddetti. Bunun yerine CGV’den “Kore halkı için döktüğümüz şehit kanlarına hürmeten” filmin CGV’nin tüm salonlarında (700 civarındadır) gösterilmesini talep etti. Şirket de böyle bir talebi kabul etmedi.
Sonra yapımcının hakkımdaki suçlamaları geldi. Daha gala gecesi, yapımcı kürsüden beni kendisine destek vermemekle suçladı. Benzeri haksız suçlamalar, hatta Kore şehitlerinin anısına saygılı olmadığım yolundaki iddialar o günkü havuz medyasında ona atfen yer aldı. Yapımcı en sonunda işi “Fetöcü” olduğum iddiasına kadar vardırdı. Maalesef bu iddialara karşı Mevlüt Çavuşoğlu’nun başında bulunduğu, benim kırk yıl hizmet ettiğim Dışişleri Bakanlığı arkamda durmadı.
Dahası, Güney Kore’yi o günlerde Başbakan Binali Yıldırım’la beraber ziyaret eden Enerji Bakanı Berat Albayrak daha uçaktan iner inmez, benden filmin gösterimi için Güney Kore Kültür Bakanı ile görüşüp görüşmediğimi sorguladı. Güney Kore gibi ileri bir demokratik ülkede de işlerin Türkiye’deki gibi cereyan ettiğini sanan Bakan Albayrak’a burada Bakanların özel sektöre talimat vermelerinin mümkün olmadığını, zaten kimsenin de buna tevessül etmeyeceğini anlatmaya çalışmıştım. Mesele daha sonra Güney Kore ile yapılan resmi görüşmelerde Albayrak’ın ısrarı üzerine Başbakan Yıldırım tarafından Güney Kore Başbakanı ve Cumhurbaşkanı nezdinde ayrı ayrı gündeme getirildi. Yıldırım’ın her iki muhatabı da Kore’de özel şirketlerin kararlarını kendilerinin aldığını kibarca söyleyerek konuyu kapattılar. Kore Cumhurbaşkanı Moon Jae-in, CGV şirketi filmi vizyona aldığı takdirde, ilk gösterimine Yıldırım’la beraber gitmeyi önererek zarif bir jestte dahi bulundu.
Sadık Ahmet filminin bir türlü gösterime girememesi nedeniyle, bütün bunlar bana “Ayla” filmi konusunda Güney Kore’de yaşadığım acı tecrübeleri hatırlattı, umarım yanılırım.
Batı Trakya’da Türk kimliği ve Sadık Ahmet
Sadık Ahmet’in hayatını kaybettiği 24 Temmuz tarihi aynı zamanda Türkiye’nin bağımsızlığının ve toprakları üzerindeki egemenlik haklarının düveli muazzama ve komşu ülkeler tarafından tanındığı Lozan Antlaşması’nın yıldönümüdür. Lozan’da İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türkleri arasında bir denge kurulmuştur. Bu ifadeyi kullanmış olmama rağmen, Lozan’da Yunanistan’da bir Türk azınlıktan bahsedilmez. Lozan Antlaşması’nın azınlıklarla ilgili 37.-44. maddelerinde Türkiye’de bırakılan gayrimüslimlerden ve onların haklarından söz edilir. Antlaşmanın sadece 45. maddesinde “Türkiye’nin gayrimüslim azınlıklarıyla ilgili olarak bu bölümdeki hükümlerde tanınan haklar aynı şekilde Yunanistan tarafından kendi topraklarındaki Müslüman azınlığına tanınanacaktır” hükmü yer alır. Yunanistan resmi olarak Batı Trakya Türklerinin etnik kimliğini tanımamış olsa da, başlarda Batı Trakya Azınlık okullarında Türkçe eğitim verilmesine ve Türk sıfatı taşıyan derneklerin kurulmasına izin vererek zımnen Türk kimliğini tanımıştır. İki ülke arasında Kıbrıs sorununun çıkmasından sonra Yunanistan’ın Batı Trakya’daki Türk varlığına tepkisi artmıştır. Her şeye rağmen, Batı Trakya’daki Türk okulları tüm engellemelere rağmen bugün de azınlık eğitiminin temel taşı olmaya devam etmektedir. Buna karşın, 1980’leri sonuna doğru Batı Trakya’daki İskeçe Türk Birliği, Gümülcine Türk Gençler Birliği ve Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği adlı derneklerin, adlarındaki “Türk” sıfatından dolayı uzun bir mahkeme sürecinden sonra kapatılma kararı alınmıştır. Bu tutum Yunanistan’ın büyük bir insanlık ayıbıdır. Her toplum gibi Batı Trakya Türklerinin de baskılara maruz kalmadan kendi etnik kimliğini tanımlama hakkı vardır. Batı Trakya Türklerinin etnik kimlik mücadelesi yıllardır devam etmektedir.
Ama iş Lozan’ın ihlaline ve azınlık haklarının çiğnenmesine gelirse, Türkiye’nin taksiratı Yunanistan’dan çok daha büyüktür. Bugün Lozan’la Türkiye’ye emanet edilen İstanbul’un zenginliği Rum azınlıktan geriye ancak iki bin kişilik bir yaşlı topluluk kalmıştır. 6-7 Eylül 1955 porgromu, varlık vergisi ve 1964 ikamet tezkeresi iptalleri gibi baskı ve saldırılar İstanbul Rumlarını yerlerinden etmiştir. Buna karşılık Batı Trakya Türkleri hala yerlerinde duruyor.
Batı Trakya’da “Türk” ismine dayatılan yasaklara karşı 1988 ve 1990 yıllarında Gümülcine’de yapılan kitlesel gösteriler Sadık Ahmet’in bağımsız milletvekili seçilmesini sağladı ve onu siyasi liderliğe yükseltti. Ancak rahmetli Sadık Ahmet ben 1992 yılında Gümülcine’ye atandığımda artık Batı Trakya Türkleri içinde kendisinin neden olduğu bölünmenin tarafıydı. Sadık Ahmet o dönemde Türk toplumunun diğer liderleri İskeçe Milletvekili Ahmet Faikoğlu’nu Çingene, Iskeçe Müftüsü Mehmet Emin Aga’yı da Pomak olmakla ve Batı Trakya’da Türklüğü baltalamakla suçluyordu. İşin kötüsü bazı devlet birimleri, Dışişleri Bakanlığı’nın bütün muhalefetine rağmen Sadık Ahmet’in bu sekter tavırlarına göz yumuyorlardı. Üç yıllık Gümülcine görev süremde azınlık içindeki çatışmalar Sadık Ahmet’in olumsuz tavrı nedeniyle giderek büyüdü. Buna rağmen Sadık Ahmet hayatını kaybettikten sonra Türkiye’deki milliyetçi kesim onu Batı Trakya Türklerinin tek lideri ve milli şehit mertebesine yükseltti. Sadık Ahmet filmi, bu nedenle milliyetçi kesimin ideolojik amaçlarına ve Yunanistan’a karşı toplum içindeki olumsuz duyguları köpürtmekten başka bir amaca hizmet etmiyor.
TRT’nin filmle ilgili tanıtım notunda Sadık Ahmet’in şüpheli bir trafik kazasında hayatını kaybettiği ileri sürülüyor. Bazıları daha da ileri giderek Sadık Ahmet’in Yunan derin devletinin bir suikastına kurban gittiğini ileri sürüyorlar. Bu gibi iddialar giderek toplum içinde ön kabul görmeye başladı. Oysa ne o dönemde, ne de başka bir dönemde, Türkiye’nin Sadık Ahmet’in şüpheli şekilde hayatını kaybettiği yolunda bir resmi görüşü olmamıştır.
Sadık Ahmet ölmeden önce kendisini gören az sayıdaki kişiden biri de benim. O meşum 24 Temmuz 1995 günü ben İpsala’dan Keşan’a giderken, o da Keşan’dan Yunanistan yönüne geliyordu. Kırmızı Mercedes arabasını büyük bir süratle kullanıyordu. İçimden “inşallah kaza yapmaz” dediğimi hatırlıyorum. Akşam Gümülcine’ye döndükten kısa süre sonra Sadık’ın ölüm haberini aldım. Hastaneye gittiğimde küçük kızı hafif yaralı olarak yatakta müşahade altına alınmış, oğlu ve eşi takla atan arabadan çıkmalarına rağmen ayaktalardı. Arabadakilerden bir tek Sadık Ahmet hayatını kaybetmişti. Sadık Ahmet çocuklarının ve eşinin aksine kemerini bağlamadığı için takla atan arabadan fırlamış, sürülü tarlada başını bir taşa çarpma neticesinde hayatını kaybetmişti. Ailesi babalarını yavaş gitmesi konusunda uyardıklarını benim yanımda polise ifade ettiler.
Gümülcine-İskeçe arasında, Yaka yolundaki kaza mahalline giderek incelemede bulundum. Sadık Ahmet her zaman kullandığı Mercedes’in yerine eşine ait küçük ve kaportası daha zayıf Fiat-Tipo aracı sürerken kaza yapmıştı. Ovalık bir bölgede olan Yaka yolunda uzağı görmek müsaitti. Ortada görüşü engelleyen ağaç, bina vs de yoktu. Kazada Sadık Ahmet’in çarpıştığı traktörü kullanan 60 yaşlarındaki Yunanlı köylü, sonradan yaptığım soruşturmaya göre tarlanın sahibiydi ve birkaç gündür tarlasını sürüyormuş. Tarlada yavaş ilerleyen ve aniden yola çıkması mümkün olmayan traktörü Sadık Ahmet görmüş, ailesinin uyarılarına rağmen yavaşlayacağına hızlanarak traktörü geçeceğini sanmış. Araba çarpışmadan dolayı tarlaya doğru takla atmış. Kazada sadece Sadık Ahmet kemeri bağlı olmadığı için araçtan fırlayarak talihsiz şekilde hayatını kaybetmişti. O gün Sadık Ahmet tarlalarla çevrili Yaka yolu yerine karayolunu kullansaydı bu kaza olmayacaktı. Veya, eşine ait küçük araba yerine kendisine ait büyük arabayı kullansa, kaza daha hafif atlatılabilirdi. Keza, kemerini bağlansa arabadan fırlamaz, eşi ve çocukları gibi kazadan hafif yaralarla kurtulurdu. Hızlanmak yerine yavaşlasa zaten kaza yapmazdı. Bu gözlemlerimi Dışişleri’ne rapor ederek, olayın bir trafik kazası olduğunu sonucuna vardığımı bildirdim. Bu konuyla ilgili olarak, ne dönemin Cumhurbaşkanı Demirel’den, ne Başbakan Çiller’den, ne Dışişleri Bakanı Erdal İnönü’den ne de Sadık Ahmet’i yakından tanıyan ana muhalefet lideri Mesut Yılmaz’dan kazayı sorgulayan bir telefon aldım. Çok ilginçtir, beni Sadık Ahmet’in ölümüyle ilgili olarak bir tek, o günkü Barolar Birliği Başkanı, saygın hukuk adamı Turgut Kazan aradı. Kendisine gereken bilgiyi verdim.
Sadık Ahmet’in ölümünün neredeyse 30'uncu yıldönümüne yaklaştığımız şu günlerde bu tür dayanaksız iddiaların resmi kurumlar eliyle köpürtülmeye çalışılması Türk-Yunan ilişkilerinin yeniden olumlu bir seyre girdiği bir dönemde Türkiye’ye yarar getirmeyecektir. Bu nedenle, olayın yakın şahidi olarak gerçekleri kamuoyunun bilgisine getirmeyi sorumluluğumun gereği kabul ediyorum.
Arslan Hakan Okçal kimdir?
Emekli Büyükelçi Arslan Hakan Okçal, Bingazi ve Münster Başkonsolosluğu, NATO Daimi Temsilciliği, Bonn ve Berlin Büyükelçiliğinde değişik görevlerde bulundu.
Gümülcine'de Başkonsolosluk, Nijerya, Makedonya ve Güney Kore'de Büyükelçilik yaptı.
Merkezdeki son görevi Balkanlar ve Orta Avrupa Genel Müdürlüğüydü. 2018 yılında kendi isteğiyle emekli oldu.