İran'da cumhurbaşkanlığı, 50 günden kısa bir süre içinde katı ve Batı karşıtı bir isimden reformcu bir isme geçti. Bu, seçim öncesinde pek olası görünmüyordu.
Cumartesi günü seçilen Mesud Pezeşkiyan, İran'da reformcu olarak tanımlanan siyasi kanatta yer alan son cumhurbaşkanının 19 yıl önceki iktidarı sırasında sağlık bakanıydı.
O zamandan beri reformcular cumhurbaşkanlığı yarışlarında kısıtlamalarla karşı karşıya kaldı.
Pezeşkiyan'ın kendisi bile onlar için ideal aday değildi. Ancak reformcular şanslarının zayıf olduğunu anlayınca, tüm güçleriyle bu fırsatı değerlendirmek istediler.
Dolayısıyla muhafazakar rakiplerine karşı eşit olmayan koşullarda yarışırken seçimi kazanmaları mümkün olmamıştı.
Eski cumhurbaşkanı İbrahim Reisi 19 Mayıs'ta gerçekleşen helikopter kazasında hayatını kaybettiğinden bu yana çok sayıda kişi benzer bir senaryoya hazırlanıyordu.
Muhafız Konseyi'nin 9 Haziran'da inceleme sonuçlarını açıklamasından sonra bile reformistlerin iyi performans göstereceğine dair beklentiler oldukça düşüktü.
Mesud Pezeşkiyan, dışında yarışan tüm adaylar statükoyu savunan ilkeci kanattandı.
İran'ın Dini Lideri Ali Hamaney de bu gruptan geliyordu ve bu nedenle İran Devrim Muhafızları Ordusu (IRGC) reformistlerden çok ilkecilere daha yakındı.
Rejim, karşılaştığı en ciddi varoluşsal tehdidi bastırdı
Ülkede son yıllarda ilkeciler, medyada "homojenleştirme" olarak bilinen koordineli bir süreçle reformcuları iktidardan uzaklaştırdı. Bu süreçte Hamaney'i desteklemeyen herhangi birinin yerine muhafazakar bir başkası getiriliyordu.
Bunların bir sonucu olarak 2009'da reformistlerin cumhurbaşkanlığı seçimlerine hile karıştırıldığını iddia etmesi ve milyonlarca kişinin sokaklara dökülmesiyle ciddi bir direniş başladı.
Devrim Muhafızları bu protestoları şiddetle bastırdı.
İbrahim Reisi 2021'de cumhurbaşkanlığı seçimini kazandığında bazı yorumcular sürecin tamamlandığını ilan etti.
İran tamamiyle, kendilerine Devrim Cephesi adını veren ve dini liderle benzer düşüncelere sahip muhafazakarların kontrolü altına girmişti.
Reisi, Hamaney'in hem iç hem de dış politikadaki prensiplerini benimsiyordu.
Hamaney, kendine yeten bir ekonomi için çabalamanın yanı sıra Çin ve Rusya ile çok daha yakın ilişkiler geliştirmek gerektiğine inanıyor.
Elbette, topluma yönelik daha fazla "İslami" kısıtlamalar politikalarının önemli bir dayanağıydı, bu da kadınlara daha sert muamele anlamına geliyordu.
Bu, Eylül 2022'de genç bir kadının gözaltında ölümü sonrasında İran'da tüm "İslam Cumhuriyeti" rejimine karşı en büyük halk muhalefetinin patlak vermesiyle sonuçlandı.
İktidarın tepkisi 2009'daki protestolardan çok daha şiddetliydi.
İnsan hakları örgütlerine göre, yaklaşık altı ay süren sokak protestoları sırasında, 60'tan fazlası 18 yaş altındakiler olmak üzere 500'den fazla kişi öldürüldü.
2022-2023'teki rejim karşıtı protestoların ardından sansür, toplu tutuklamalar, genç protestoculara yönelik davalar görüldü; hatta bunların dördü idam edildi.
Bu tür siyasi baskılar sonucunda sokak gösterileri durdu. Aynı zamanda, rejimin ülke dışındaki laik muhalefeti örgütlenmeyi başaramadı ve bunun yerine şiddetli rekabet ve anlaşmazlıklara sürüklendi.
Rejim kurulduğu 1979'dan bu yana karşılaştığı en ciddi varoluşsal tehdidi başarıyla savmıştı.
Boykot çağrıları
Ancak son kitlesel protesto dalgasının ardından yaşanan sükunet sadece görüntüdeydi.
Ağır baskının yarattığı öfkenin yanı sıra ekonomik sıkıntılar da önemli memnuniyetsizlik kaynaklarından biriydi.
Bu nedenle eski cumhurbaşkanının kaza haberiyle gelen seçimler rejim için bir kabustu.
İtirazlarını dile getiremeyen insanlar ve aralarında Nobel ödüllü Narges Mohammadi'nin de bulunduğu hapisteki pek çok önemli muhalif için seçim, boykotlarını ortaya koyabilecekleri barışçıl bir alan gibi görünüyordu.
Yine de reformcular, özellikle de eski cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi gibi üst düzey isimler, pasif kalma yönündeki son seçim taktiğini değiştirmeye ve Mesud Pezeşkiyan'ı coşkuyla desteklemeye karar verdiler.
Böylece seçim ilk etapta insanları oy vermeye çağıranlarla boykotu destekleyenler arasında bir katılım mücadelesine dönüştü.
Sonuç, ülke tarihindeki cumhurbaşkanlığı seçimleri arasında en düşük seçmen katılımı oldu.
Katılım yüzde 40 ile sınırlıydı ve hiçbir adayın seçimi kazanmak için gerekli yüzde 50 oy oranının geçememesi nedeniyle ikinci tura gidildi.
Yarış, Mesud Pezeşkiyan ve tanınmış muhafazakar Said Celili arasındaydı.
Celili'nin görüşlerinin İran'ın dini lideriyle ne kadar yakın olduğu hakkındaki tüm konuşmalara ve hatta seçimin güvenilirliğine ilişkin spekülasyonlara rağmen, Pezeşkiyan Cumartesi günü İran'ın yeni cumhurbaşkanı oldu.
Pezeşkiyan ne vadediyor?
Pezeşkiyan'ın seçim stratejisinin özü, muhafazakarların Batı karşıtı dış politikasına saldırmaktı.
Reformcu politikacıların yanı sıra, 2015 yılında yapılan tarihi bir anlaşmayla nükleer müzakereleri savunan ülkenin eski dışişleri bakanı Muhammed Cevad Zarif'i de saflarına kattı.
Pezeşkiyan, manifestosunda Zarif'le birlikte, dış politikasının "Batı ya da Doğu karşıtı" olmayacağını ilan etti.
Her iki isim de Reisi'nin ülkeyi Rusya ve Çin'e yakınlaştırma politikalarını eleştirdi.
Ülkenin nükleer çıkmazına bir çözüm bulmak ve yaptırımları hafifletmek için Batı ile müzakereler yoluyla ekonomik krizi çözebilecek tek grup olduklarında ısrar etti.
Hem Celili hem de ülkenin dini lideri Hamaney bu fikirleri eleştirdi. Hamaney, ABD ile daha dostane ilişkiler yoluyla refah elde edileceğine inananları "aldatılmış" olarak nitelendirdi.
Hamaney'in anayasal yetkisi ve uluslararası ilişkilere olan kişisel ilgisi nedeniyle dış politikaya ilişkin görüşleri oldukça önemli görülüyor.
Pezeşkiyan, İran'da cumhurbaşkanının dış politikayı yeniden yönlendirme yetkisine sahip olmadığını söyleyen boykot kampanyası nedeniyle önemli bir meydan okumayla karşı karşıya kaldı.
İran'ın bölgedeki politikalarına yön veren en önemli araçlarından biri de Devrim Muhafızları'nın dış kolu olan Kudüs Gücü. Cumhurbaşkanının bu güç üzerinde doğrudan bir kontrolü yok. Emirleri yalnızca İran'ın dini liderinden alıyorlar.
7 Ekim sonrasında İran'ın Ortadoğu'daki yapılanması ve İran güçlerinin Lübnan, Suriye ve Irak gibi ülkelerdeki faaliyetleriyle ilgili değişiklik yapmak daha da zorlu hale geldi.
İran, son sekiz aydır Hamas'ın bölgedeki ana destekçisi oldu. Yemen'deki Husiler gibi müttefikleri, İsrail ve Batı çıkarlarına zarar vermek için Kızıldeniz'deki ticaret yoluna saldırılar düzenledi.
Hatta İran Devrim Muhafızları doğrudan İsrail'e saldırdı. Bu, iki ülke arasında benzeri görülmemiş bir gerilimdi.
Buna karşın İran'da cumhurbaşkanı en üst düzey diplomat ve sadece kendi ofisi değil, dışişleri bakanlığı da politikaların uygulanması ve hatta şekillendirilmesinde halen önemli bir rol oynuyor.
Bunun yanında vizyonlarını siyasi lobicilik yoluyla zorlama şansına sahipler.
Dahası, iktidar kamusal söylemi önemli ölçüde etkileyebilir ve Hamaney'in tutumuyla yüzde 100 uyumlu olmayabilecek politikaları destekleyebilir.
Bu tür nüanslar, reformistlerin vadettiklerini yerine getirmeleri ve Pezeşkiyan'ın deyimiyle "ülkenin dört bir yanında katı görüşlüler tarafından örülmüş duvarlar"ı yıkmaları için tek şans olabilir.
Ancak önceki reformcu yönetimin aksine, bu kez daha özgür ve demokratik bir toplum vaadi neredeyse yok denecek kadar az.
Reformcular, önde gelen düşünürlerin suikaste uğraması, gazetelerin kapatılması ve siyasi savunucularının toplu davalara maruz kalması gibi ciddi siyasi baskılarla karşı karşıya kaldı.
İran'da Dini Liderlik, Muhafız Konseyi ve Yüksek Milli Güvenlik Kurulu gibi önemli merkezi güçler üzerinde nüfuzları yok. Bağımsız seçim yapamazlar, sansür yasalarını değiştiremezler veya ahlak polisini kontrol edemezler.
Pezeşkiyan, 62 milyon seçmenin yaklaşık 16 milyonunun oyunu alarak kazandı. 13 milyondan fazla kişiyse İran'ın çıkarlarını güvence altına almak için daha da Batı karşıtı olması gerektiğini savunan daha radikal rakibi Said Celili'ye oy verdi.
Bu, Pezeşkiyan'ın değişim konusundaki yetkisini değerlendirirken önemli bir gerçek olarak duruyor.
BBC